Sonsuz bir
hiçliğin ortasında var olup, bedenlenen bir ruhun hikayesi; defalarca kere anlam
bulup anlamsızlığa varmak sanırım.
Uyurgezer
bir halin içinden, dayanılmaz yoğunluktaki acı eşiğine varıp uyanınca da, aynı
şey mi oldu bilmem.
Sonra karanlıkta
kayıp giden yıldızların yarattığı gibi görkemli farkındalık anlarını takip ettim.
Yeni
anlamlar yaratmaya başladım çok heyecan duyarak. Sonra yarattığım anlamları anlamsızlığa
kurban verdim.
Bu her biri
birbirine çok benzer döngüler, bana bir yerlerden tanıdık geliyor.
Defalarca
bedenlenerek bir şeyleri idrak etmeyi dert edinen ruhumun tekamül çarkları gibi.
Doğum-ölüm,
anlam-anlamsızlık, hep-hiç arası bir döngünün sarmalı, taa en başından beri yaşamım.
Sonsuz
evrenin boşluğunda, yerçekimi yokken bile düşüyorum gibi bir his bu; “hiç kadar
anlamsızlık”
Sonu gelmeyen
bir derinlikte ve zifiri karanlıkta gibi
Anlamsızlığın
içinde hiçlikle bir olup düşerken beni yukarıya çeken şey de ne?
Birden
karanlıkta kayan yıldızlara benzeyen, kalp alanımda aşkı ve aşkınlığı uyandıran,
bedenimde ürpertiye benzer bir elektrik boşalımını yaratan AN’lar elbet.
Sadece AN’lar,
birbirinden çok farklı farkındalıklar ama aynı hisler yaratan o yüksek titreşimli
AN’lar.
Sonrası
yine karanlık, boşluk ve anlamsızlık. Hayal kırıklığı tadında. Ne yani şimdi? Bu
zamana kadar kayan yıldızlara ne oldu der gibi bir küskünlük ve derin bir yalnızlık
hali.
Hiç kadar anlamsızlıkla
dolduğum zamanlar ile, her şeymişçesine kalbimin genişlediği yıldız kayan anlar
arasında insansı yaşam gailelerinin akıp gittiği bir oyun bu.
Yoktan
var olarak boşluğa düştüm, neyi aradığımı bilmeden, hiç kadar anlamsızlıkların
içinde, kayacak yıldızları yoklar dururum.
Karanlıklar
olmasa, kayarken parlar mı yıldızlar? Hiç gibi anlamsızlıklar olmasa, olur mu aşkla
dolduğun AN’lar? diye insansı yanımı avuturum.
evrim